Powered By Blogger

17 Ocak 2019 Perşembe

Annelik vs İş Hayatı

 Bu yazının başlığını atıp uzunca bir süre taslak halinde beklettim, tıpkı zihnimde beklettiğim gibi...

 Henüz bir çocuk sahibi olmak isteyip istemediğime karar vermemişken bile, aklımda şu düşünce vardı. Bir gün anne olursam, çocuğumun bana en çok ihtiyaç duyacağı yıllarda yanında olmak istiyorum. Bu sebepten Eylül doğduktan kısa bir süre sonra tekrar çalışmak hiç gündemimizde olmadı. Okuduklarımdan yola çıkarak kendimce en az 3 yıl diye bir zaman belirlemiştim kafamda. Ancak o işler pek de öyle ilerlemiyormuş günümüz koşullarında.

 Her şeyden önce Türkiye'nin mevcut şartlarında insanca bir hayat sürdürebilmeniz tek maaşla mümkün değil. Tabi bu, o tek maaşın basamak değeriyle doğru orantılı. "İnsanca yaşam"dan kastım asla bizlere lüks olarak empoze edilen şeyler değil. Ayda bir bir filme/oyuna gitmek, ailecek keyifli bir etkinlik yapmak, çok bunaldığınızda ay sonunu düşünmeden bu leş gibi şehir hayatına küçük bir mola vermek vs. Bunların hiçbiri lüks değil, aksine bunlar hayatı çekilebilir kılan manevi ihtiyaçlarımız. Bahsettiğim şey, yalnızca Instagram'a hikaye ve içerik eklemek için alınan marka kıyafetler, kallavi restorantlarda yenilen yemekler, üstünde adınız yazdığı için karton bardakta içilen kahveler değil. İnsanların çoğu geçim sıkıntısı çekmek pahasına bundan vazgeçmiyor, vazgeçemiyor! Çünkü ne derler bilirsiniz, show must go on! Neyse biz konumuza geri dönelim.
 Nicedir hayatımda minimalizmi yaşıyorum. Evde enerjimi tüketen ne varsa attım. Sırf bir gün lazım olur diye sakladığım ve asla lazım olmayan o şeyler yığınına sonsuza kadar elveda dedim. Potansiyel bir alışveriş delisinden, buna gerçekten ihtiyacım var mı diyen insana evrildim. Söz konusu Eylül olunca işler hala daha al bunu, bunu da al, ay bu da çok lazıım şeklinde devam etse de şu an ki halimden oldukça memnunum. Bu aralar ise minimalizmin felsefesini öğrenmek ve tüm hayatıma adapte etmek istiyorum. Çünkü gerçekten bu tüketim çılgınlığı, beni zihinsel olarak çok yoruyor. Tüketim çılgınlığından kastım yalnızca para vererek sahip olduklarımız değil, ilişkilerimiz, zamanımız, tüm hayatımız. Her şeyi çok hızlı tüketiyor ve bir sonrasını istiyoruz. Malesef  bu döngü hiç bitmiyor...
 Minimalizmin konuyla ne alakası var derseniz, şöyle ki tek maaşla geçinebilme adlı ortak sorunumuz üzerine düşünürken kendime ihtiyaçlarımızın ne kadarı gerçekçi ve gerekli sorularını sorduğumu farkettim. O dönemde sosyal medyada sık sık benzer içeriklere denk geliyordum. Biraz araştırıp, üstüne düşününce sadeleşmeye karar verdim ve sadeleşmeye önce sosyal medyadan başladım. Bana kendimi yetersiz ve mutsuz hissettiren hesapların tamamını takipten çıkardım. O bile insanda müthiş bir hafiflemeye neden oluyor. Tavsiye ederim. Öyle, böyle derken ihtiyaçlarımı en aza indirmiş oldum. Bana geçici değil, kalıcı mutluluklar verebilecek şeyleri satın aldım. Ancak bu bile, Türkiye'de tek maaşla insanca yaşamak için yeterli değil!
 Eylül 2 yaşına girdikten sonra, kesinlikle en başta bu sebepten, sonrada kendimi yeniden işe yarar ve ayakları üstünde durabilen biri olarak hissetmek istediğim için çalışmayı istediğimi farkettim. Artık çalışmak istiyorum ama .... Evet hayatımızın ortasında kocaman bir ama var! Hatta amalar var! O amalar ne mi?
 Türkiye'deki üniversiteleri saymanız istendiğinde belki aklınıza gelecek ilk beş okuldan olan Marmara Üniversitesi mezunuyum ancak, medya öyle bir sektör ki asla kuvvetli bir referansınız olmadan işe başlamanız mümkün değil. Başladınız diyelim hem çalışma saati olsun, hem emeğiniz olsun son damlasına kadar sömürülüp, karşılığında ise üç kuruşa talim etmeniz beklenecek. Üstelik mezun olduktan sonra çalıştığım kanalda, haber müdürümün ayağımı kaydırmak için yaptıklarını hala unutmuş değilim. Bu mesleği gerçekten yapıp yapmak istediğimi bilmiyorken, Eylül'ün hayatından bu kadar uzun bir zaman dilimini alamam. Bu sebeplerden gazetecilik ihtimalini elemiş oldum.
 Özel sektörde halkla ilişkiler ve insan kaynakları için verilen ilanlara başvuruyorum bir bir ama hepsi en az 3 yıl tecrübe beklediğinden bir dönüş alamadım malesef...
 Bir de çalışma saati sorunsalı var. Özel sektörde ortalama çalışma saatleri 9-7, bir de buna günlük ortalama 3 saat yol eklersek, günün 13 saati kızımdan ayrı kalacağım demek. Türkiye'de hiçbir kreş bu kadar uzun saat hizmet vermiyor, verse bile bu benim maaşımın büyük bir kısmının zaten oraya gitmesi demek olurdu. Aile büyükleri baksa, bu kadar uzun saat Eylül'ün tüm taleplerine cevap vermeleri o yaş ve hastalıklarla mümkün olmaz. Teyzeler desen evimize en az 1 saat uzaklıktalar zaten. O yüzden bu ihtimali de Eylül biraz daha büyüyene kadar rafta bekletme kararı aldım. Kagider'in araştırmasına göre, Türkiye'de kadınlar en çok bu sebepten, doğum yaptıktan sonra iş hayatına geri dönmüyor. Nasıl dönsün? 😔
  Gelelim son ihtimale. Evlendikten sonra 2 yıl ücretli İngilizce Öğretmenliği yaptığımdan bahsetmiştim ki bu meslek manevi olarak bana en çok haz veren işimdi. Şimdi geriye dönüp baktığımda en çok öğretmenliği özlüyorum. Kendimi en çok, birinin kalbine dokunurken işe yarar hissettim. Hala ara ara öğrencilerimin attığı mesajlar beni öyle mutlu eder ki... Sanırım en çok bu sebepten ve saat olarak bize en çok uyacak iş bu olduğundan 2. dönem için yeniden ücretli öğretmenlik başvurusunda bulundum. Vatana, millete hayırlı olmasını umuyorum. 😂Bakalım nasıl sonuçlanacak?
 Özetle varmak istediğim yer şu: kapitalist sistem diyor ki eğer benim çarkımın dişlileri arasında yer alacaksan, çoluğunu, çocuğunu düşünmeden köle gibi çalışacaksın. Çalışamam diyorsan çarkımın arasında ezileceksin! Başka seçenek yok! Varsa da ben bilmiyorum!
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder