Powered By Blogger

13 Şubat 2018 Salı

6 Haftaya Sığmayan Lohusalık

 Hamile olduğumu öğrenmeden önce hamilelik ile ilgili her şeyin hemcinslerim tarafından bir nebze abartıldığını düşünürdüm. Bulantılar, aşermeler, dengesiz ruh hali vs. diye uzayıp giden bir liste vardı aklımda. Hayır ne kadar zor olabilirdi ki? Hem madem bu kadar zor yeryüzünde milyonlarca kadın, milyonlarca yıldır neden doğuruyor? Hiiiç! Ne diyordu atalarımız 'büyük lokma ye, büyük söz konuşma!' Yine kınadığımı yaşamadan ölmeyecektim neyseki...
 5 ay boyunca içim dışıma çıkana kadar kustum, benim için en keyifli aktivite olan yemek yemek, işkenceye dönüştü. Bir köpek gibi kesinleşen koku alma duyum yüzünden tüm dünya üzerindeki her şey leş kokuyordu! Bulantılar bitti, kokular hafifledi ama bitmiyordu efendim gebelik derdi! Ne yersen ye 10 dakika sonra burnuna kadar gelen o acı su, iki hareket ettikten sonra dünyayı yüklenmişsin misali yorulman, uykusuzluk ve daha birsürü şey... 'Doğsa da kurtulsak en azından oynarım kızımla.' diyordum. Zavallı ben bilmiyormuşum hamilelik sadece 'iceberg'in görünen yüzüymüş. Denizlerin dibinde adına LOHUSALIK denen devasa bir kütle daha varmış!

  Doğumla beraber kadın vücudundaki binlerce hormon düşüşe geçiyormuş. Bilim dünyası doğumdan sonraki ruh halini hormonlardaki bu değişime bağlıyor. Eğer şanslıysanız 6 hafta içinde kısmen eski ruh halinize geri dönüyorsunuz. 6 hafta bitti ancak hala yolunda gitmeyen şeyler mi var? Arada insanları gırtlaklama, herkesten uzaklaşma, sürekli hissedilen çaresizlik ve en kötüsü bu halin asla geçmeyeceği hissi hala devam mı ediyor? O zaman postpartuma( lohusa depresyonuna) merhaba deyin!
  Bu yazımda postpartumun bilimsel kısmından çok farkındalığını arttırmak üzerine yazacağım. Başka coğrafyaları bilmiyorum ama bence Türkiye'de kadın olmak çok zor. Kim ne derse desin erkek egemen bir toplumuz ve malesef öyle olmaya da devam ediyoruz. Kadının yük ve sorumlulukları çocukluk yaşlarından başlıyor ve haksız bir şekilde artıyor ölene kadar... Doğumdan sonrası, bu haksızlığın belki en büyük parçası. Çünkü çocuk büyütmek yalnızca kadının vazifesiymiş gibi davranıyoruz. Kadın, 'anne' oluyor ya bir kere, istiyorlar ki kadın kendi benliğini ailesine vakfetsin. Harika bir anne, eş, ev hanımı, evlat, gelin, işçi oluversin. Tüm kimliklerini layıkıyla yerine getirsin ama of demesin, yardım istemesin! Mükemmel olsun ama bunu kendi başarsın! Hal böyle olunca depresyon kaçınılmaz oluyor pek tabi. Çünkü ne yaparsanız yapın o koltuğa birden fazla karpuzu sığdıramıyorsunuz!
 Bu aralar çok popüler olan bir dizide kısmen olsa da lohusa depresyonundan bahsedildi. Ordaki yeni anne bereket versin zengin bir ailenin geliniydi de depresyonunu dahi layıkıyla(!) yaşadı. Oysa gerçekte çoğu kadın yaşadığı şeyin ne olduğunu bile bilmeden bu dönemi atlatıyor. Yaşanan bu duygusal devinimden hiç şüphesiz en çok yara alan, masum yeni doğan oluyor. Peki ne oluyor, ne yaşanıyor da insan bu hale gele gelebiliyor? Bence gebelik süreci sonrası için çok önemli bir faktör. Sıfır stressiz bir hayat mümkün mü bilemiyorum ama eğer stres seviyenizi en azından bu süreç içerisinde minimize eder ve kendinizi doğuma ve sonrasına hazırlarsanız, bu duygusal hareketlilikten en az şekilde etkilenirsiniz. Bir de doğum sonrası yaşananlar var tabi. İçinizden başka bir kadın çıkıveriyor. Bir yanınız sevgiden dolup taşıyor. Daha önce hiçkimse, birini böyle sevmemiştir herhalde diye müthiş kuvvetli bir his var içinizde. Bir yanda da uykusuzluk, üniformanız haline gelen pijamalarınız, yağlanan saçlarınız, dağınık eviniz ve bebek görmeye gelecek misafirleriniz var. Eşinizle tek sohbet konunuz, ailenin yeni ferdi. Yemek yemek, duş almak gibi temel ihtiyaçlar sizin için lüks haline dönüşüyor. Korkmayın bunları herkes yaşıyor ancak nedense mükemmel annecilik oynamak bazı kadınların hoşuna gidiyor. Herkes size bebeği soruyor. Uykusu nasıl? Emiyor mu? Aa mama mı verdiniz? Vermiyorsanız, aç bu çocuk seni emzik gibi kullanmasından belli. gibi cümleler hiç bitmiyor. Kimse size 'sen nasılsın?' diye sormuyor. Anne kendini kötü hissetse dahi bunu söyleyemiyor. Kendi içinde verdiği mücadele yetmiyormuş gibi bir de anneliğini kanıtlamaya kalkıyor. İnsan insanın kurdu mudur? emin değilim ama bir kadını en çok yine kendi hemcinsi üzüyor bu süreçte.
 Yavrunuz dünyaya, siz de hem ona hem de yeni düzeninize adapte olmaya çalışıyorsunuz. Bu yeni çekirdek aileniz için büyük bir sınav. Bu süreçte asla unutmamanız gereken bir şey var: Yardım istemek sizi yetersiz bir anne yapmaz! Bir çocuğu büyütmek için bir köye ihtiyaç vardır diyor bir Afrika atasözü. Benim kendi lohusalığımda yaptığım en büyük hatam buydu. Ender dışında kimseden yardım istemedim. Sanki Eylül'e tek başıma bakabilirsem 'başarılı' olacaktım. Neden sonra çocuk büyütmenin bir proje olmadığını anladım bende bilmiyorum.
 Eğer bu yazıyı okuyan bir tane bile hamile ya da lohusa varsa, sana sesleniyorum kardeşim korkma geçiyor! Geçiyor ama bitmiyor sorunlar gerçekçi olmak gerekirse. Sorunlar başka sorunlara evriliyor ama sen de evriliyorsun. Anneliğe, yeni hayatına adapte oluyorsun. Çocuk büyüyünce derdi artıyor diyorlar ama ben şu an için tersini tecrübe ediyorum. Kızım büyüdükçe paylaştığımız şeyler de artıyor ve annelik daha keyifli olmaya başlıyor. En azından bu benim için böyle. Anneliğini, bebeğini kimseyle kıyaslama! Kardeşin bile, diğer kardeşten farklı olduğunu asla unutma! Bebeğine güven ve yalnızca onu dinle! Bırak işler beklesin, misafirin evine bebek sevmeye değil de yardıma gelsin. Bebeğin uyuyunca sen de uyu! Ve en önemlisi kendinden asla vazgeçme güzel anne! Sütun bol, bebeğin uykucu şirin olsun inşallah. Uykusuz gözlerinden öperim.❤